Sunday, June 22, 2008

so it begins.

The Prophecy: Part 1


Earendildo düşünceliydi. Serin pazar sabahını birazcık daha ısıtmasını dilediği güneşin ilk ışıkları Toporido dağının ardından görünmeye başlamıştı bile. Gecenin yerini gündüze bırakmaya isteksiz, havanın keskin, alacakaranlık mavili soğuğu Earendildo'yu etkilemiyordu bile. Düşüncelerinde kaybolmuştu o. 3 gündür yoldaydı, uyumuyordu, hatta kendisine yardım kabilinden yemek sunan o keşiş olmasaydı bir şey yemeyecekti de. Yürüyerek gelmişti buraya, ve yürüyerek devam edeceğini biliyordu. Bu sahte şafakta düşüncelere garkolmasını sağlayan şey ise, 3 gündür yayan, aç, buna rağmen hızlı ve kararlı adımlarla yolda olması nedeniyle aynıydı: Bekçi'yi nasıl yenecekti?








Earendildo'nun kafasını taktığı Bekçi, yüzyıllardır efsanelerde adı geçen, ama kimsenin gerçekliği hakkında bir fikri olmadığı, Altın Taşşak'ın koruyucusuydu. Efsaneye göre Taşşak, insanoğlu varolmadan önce dahi Frylls'de bulunan, kimine göre Tanrıların Havuzu Cormantirik'den gelme, kimilerine göre başka dünyalardan ziyaretçilerin Frylls'i terkederken artlarında bıraktıları bir nesneydi. İster tanrıların armağanı olduğuna inansınlar, isterse masal yaratıklarının dehşeti, efsaneden haberdar olan herkesin anlaştığı konu, Altın Taşşak'ın korkunç bir güce sahip olduğu idi. Yüzyıllar boyunca, muhtemelen Frylls'e insanlar ilk ayak bastığı günden bu yana, kimbilir kaç kişi peşinden koşmuştu bu nesnenin, varolup varolmadığını bile bilmeden. Oysa Earendildo'nun durumu farklıydı. O, Taşşağın varolduğunu bilmekle kalmıyor, onun nerede olduğunu, nereden geldiğini, daha önemlisi amacını ve kudretini de biliyordu. Evet, Earendildo bir Mıntis idi, yüzyıllardır Taşşak'ı arayan, belki birçoklarının yine efsane sayacağı, dev Mıntis ırkının bir üyesi.

No comments: