Saturday, April 19, 2008

"...targ zal o mar, unth sagar kaln". Ses gittikçe yükseliyordu. Kızıl saçları dalgalanmaya, ardından tufana yakalanmış gibi dağılarak uçuşmaya başladı. Alnındaki sinyal alıp göndermeye yarayan implant bile kapının ardındaki gücün etkisiyle titremeye başladı. Bu ona öyle korkunç bir acı verdi ki bayılacak gibi oldu. Çığlık attı, ancak bunun bir anda etrafı kaplayan siyah boşlukta kimseye ulaştığından emin değildi. Gözleri kör eden bir parlaklığın ardından iki alev gibi yanan göz ona dikilmişti. Önündeki kara silüet dev kanatlarını açarak kükredi, kendinden geçtiğinde son hatırladığı etrafında daireler çizen belli belirsiz cisimlerdi, bir çift şiş, tepsiye benzer yuvarlak bir cisim ve şalvarlar sonbahar yaprakları gibi etrafta uçuşuyordu.
Ephrolia odanin kapisini acmak uzereyken bir an duraksadi. Bir ses mi duymustu? Yoksa ustun algilari ona bir oyun mu oynamisti? "O gunden beri hep oluyor bu, sadece benim paranoyakligim" diye dusundu ve tam kapiyi acacakken tekrar duraklamasina neden olan bir citirdi duydu. Evet bu sefer emindi, ses iceriden geliyordu. Kendini olabilecek herhangi bir terslige karsi hazirladiktan sonra omuzlarini silkerek kapinin kolunu cevirdi.
Ephrolia gözlerini açtı. "Ne tuhaf bir program bugünkü" diye düşünüyordu, sanal gerçeklik kaskını çıkardı. Kızıl, beline kadar inen saçları vardı ve ayakları çıplaktı. Kolundaki bir düğmeye basarak yine kolunda bir metal kapak açtı, buradan çıkan bir tüp havadan gerekli atomları aldı ve vücudunda bunlardan, gerekli kalorideki organik besini üretti. Ephrolia doyduğunu duyumsadığında tekrar kaskı takmayı düşündü, açıkcası eski zamanların hikayelerine o kadar da meraklı değildi, ama Dünya'da geçen hikayeleri izlemeyi seviyordu, artık Federasyon bu tip yayınlara pek izin vermiyordu. İçini çekip 3. sektördeki atölyenin zilinin çalmak üzere olduğunu farketti. "Eh" dedi kendi kendine, "ben de biraz işten sonra devam ederim hikayeye." Atölyedeki tek organik varlık oydu, her taraf robot işçilerle doluydu. Robotların sendika isteklerini düşünen Ephrolia yine içini çekti..
Ağa bir an duraksadı, üzerine şöyle bir göz gezdirdi. "Hay ben böyle işe!" diye söverek az önce Ceyhun'un çıktığı kapıya doğru yöneldi. "Ben şimdi abdestimi tazeleyecem, siz de baklavaları yerlerine dizin." dedi. Kapıyı sertçe çarpışından sonra odadaki üç kişi birbirine dehşet dolu gözlerle bakakaldı. Heladan gelen su sesi derinden duyulan kadim sözlere karışıyordu,"Tael-zum bal da gor, unh gakh maith..."
Kizin dudaklarinin arasindan kacan bu zamansiz haykiris bir anda butun dikkatleri onun uzerine cekti. Engin bu firsattan yararlanip baklavalari bir an once toplamaya calisirken bir yandan da "Acaba ona ne olacak?" diye dusunuyordu. Aga "ben icerde en gerekli malzemeleri beklerken siz burda ne halt karistiriyorsunuz?" diye kukredi.
Engin hemen, neredeyse içgüdüsel olarak bir korunma büyüsü yaptı, etrafını mavi ışıklı bir küre sardı. Ceyhun yavaşça arkasını döndü ve ağayı gördü. "Hay Tyrian'ın adına" diye söven Ceyhun, cebinden hızla bir iksir çıkardı ve içti. Ağanın sinirlenince ne kadar yırtıcı olduğunu Engin kadar iyi biliyordu, o yüzden derisini alev geçirmeyecek bir hale sokan iksiri bir çırpıda bitirmişti. Bu sırada herkesin unuttuğu kız bir çığlık attı: "Ah Tyrian aşkına, ilmek kaçırdım!"
İçeriden gelen konuşma sesleri bir anda kesildi ağanın gürleyişiyle, kapıdan bir hışımla fırlayan ağa sırtındaki dev yarasa kanatlarını açarak bütün odaya gölge düşürdü. "Ulağn hele bi o baklavalarda eksik olsun, o zaman sizi eşeğin kıçına sokmazsam bana da ağa demesinler." diye çıkıştı. İçerdeki sessizliği bozan ise yarı açık kapıdan görülen dev küre ve etrafındaki baklava şeklinde işlenmiş rünlerden yayılan nahoş seslerdi.
Sesi duyan Engin iyice telaslandi. Baklavalardan basini kaldirip Ceyhun'a goz atti. Ceyhun salvarini toparlamis odaya girmeye hazirlaniyordu, kizsa elindeki igne ve iplige baktigi halde aglamamak icin dudaklarini kemiriyordu.
Engin telaşlanmıştı. "Yok beyim, etme beyim" diyor, ama gözlerini de kızdan alamıyordu bu sırada. Kız ise Ceyhun'un şalvarının düşmekte olduğunu görüp gözleri faltaşı gibi açık bir şekilde kapıya bakıyordu. "En fazla 14ündedir, yazık yahu" diye düşündü Engin. Ceyhun hala bağırıyor, üzerine yürüyordu Engin'in. Engin eğilip tepsiden dökülen tüm baklavaları toparlamaya çalıştı, bu sayede Ceyhun'un yüzünden de, kızın yüzünden de kaçabilirdi. O sırada dışarıdan bir gürleme duyuldu: "Laaan, nerde kaldı benim baklavam davarlar?"
"Luğaneşşoğlueşşeh saan ne ağanın gızının işinden iki elinle bi tepsi taşıyamıyoğn!" diye haykırdı Ceyhun, bir yandan da şalvarının ipini bağlamaya koyuldu.
Bunu duyan Ceyhun bir hisimla odaya daldi, ani kapi sesinden irkilen Engin elindeki tepsiyi yere dusurdu. Kiz korkmus gozlerle Ceyhun'a bakakaldi..
"Ne o ördüğün a kız?" diye sordu Engin. "3 gün sonra amcamın oğluyla evlenecem, ona hediye dikirem" dedi kız.

Once Upon a Time in the East

Engin bir tepsi baklavayla ağanın odasına doğru ilerlerken pencereden esen bahar meltemiyle bir an kendisinden geçti, ağanın kızı orada oturmuş dikiş dikiyordu.